Abbasî halifesi en-Nâsir li-Dinillah
(575-622/1180-1225) rehberliginde kuruldugu kabul edilen ahilik, kisa zamanda Islâm
ülkelerinde tesirini göstermeye basladi. Son derece düzenli ve disiplinli olarak
çalisan bu teskilât, miladî X. asirda genellikle ilk Müslüman Türk devleti kabul
edilen Karahanlilar vasitasiyla Türk dünyasinda da boy göstermeye basladi. XI. asrin
ikinci yansindan (1071Malazgirt) sonra, kapilarini Müslüman Türklere açmis bulunan
Anadolu'ya, dogudan birçok göçler olmustu. Daha önce de Anadolu'nun Urfa'dan
(Sanliurfa) baslayarak Adana'ya kadar giden sinirlarindan, zaman zaman giren Abbasî
ordulari, Nigde, Nevsehir, Kirsehir, Kayseri, Yozgat ve Ankara bölgelerine akinlar
yapmislardi. Ordu mensuplarindan bir kismi akinlar sonunda ele geçirilen bu yerlerde
bazan da yerlesip kaliyorlardi. Özellikle VIII. yüzyilin ikinci yansindan itibaren
Abbasî ordusunun ayrilmaz bir parçasi durumunda olan Türkler de, bu ordu ile
Anadolu'nun içlerine kadar gelmislerdi. Türkler, iklim ve jeolojik yapi bakimindan Orta
Asya'ya benzeyen Kirsehir yöresini begenerek burayi yerlesim bölgesi olarak
seçmislerdi. Bundan sonra normal ve isteyerek devam eden göçleri, XIII. asirdaki Mogol
istilasindan kaçma takib etti. Bu istiladan önceki göçlerde daha iyi bir iklime gelme,
hayvanlar için daha iyi bir kislak ve yaylak bulma düsüncesi hakimdi. Bu sebepledir ki,
Mogol baskinindan önce gelenler, daha ziyade göçebe, asker ve hayvan yetistiricisi idi.
1225 tarihinden sonra gelenlerin ekonomik ve sosyal durumlari, bu ilk gelenlerden daha
farkli idi. Zira, korkunç bir katliamdan kurtulmak için gelen bu sonuncular çogunlukla,
esnaf, tüccar, zengin ve sanatkârdi. Bu yeni göçmenler, geçimlerini saglayabilmek
için, yerli ve müslüman olmayan esnafla rekabete girmek zorunda idiler. Bu rekabetin
kuvvetli, tesirli ve kisa zamanda meyvesini verebilmesi için bunlarin birlesip bir
teskilât içinde hareket etmeleri gerekiyordu. Bu teskilât, özellikle hayvancilikla
ugrasan, baska bir ifade ile atli göçebelerin ihtiyaç duyduklari bir sahaya cevap
vermeliydi.
BU DIPNOTUN YERI NERESI
Böyle bir çalisma faaliyetinin içinde bulunuldugu
sirada yeni bir Mogol tehlikesi bas gösterdi. Bu tehlikenin merkez üssü Anadolu idi.
Daha önce gelip buraya yerlesmis bulunan Müslüman Türkler için büyük bir tehlike
olan Mogollara karsi bazi kimselerin farkli sahalarda faaliyette bulundugu görülür.
Bunlar: Ahi Evran ismiyle bilinen Seyh Nasirüddin Mahmud (ö. 1262), Baba Ilyas, Haci
Bektas ve Mevlânâ Celâleddin Rumî gibi önemli sahsiyetlerdi. Bas gösteren Mogol
tehlikesine karsi farkli alanlarda halki irsad etmeye yönelik çalismalardan birisi de
esnaf ve sanatkâri bir birlik altinda toplamaya muvaffak olan Ahi Evran tarafindan
yapiliyordu. Böylece o, sanat ve ticaret ahlâkini, üretici ve tüketici menfaatlerini
güven altina almayi, bu vesile ile kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde, onlara
yasama ve direnme gücü vermeye çalisiyordu. Bu yüzden ilk defa Kirsehir'de XIII.
yüzyilda kurulan ahilik, kisa bir zaman içinde Anadolu'nun hemen her tarafina yayilmis
oldu. XIV. asir Islâm dünyasi ile birlikte Türklük âlemini canli levhalar halinde
gözlerimizin önüne seren Ibn Batûta (1304-1369), Anadoludaki seyahatlerinde, kaldigi
birçok ahi zaviye ve tekkesinden bahsetmekle kalmaz, onlar hakkinda genis ve doyurucu
bilgiler de verir.
Anadolu'daki ekonomik ve sosyal hayatin düzenlenmesinde
XIII. yüzyildan itibaren büyük bir rol oynadigini gördügümüz Ahilik, sanatkâr ve
esnaf zümreleri arasinda yayilmis, sosyoekonomik özelligi agir basan bir teskilat olarak
görünmektedir. Anadolu'nun sosyal ve ekonomik yapisina Müslüman Türk sanatkâr ve
esnafinin is ahlâki, insan terbiye ve egitimi, fazilet sahibi olma, sosyal yardimlasma ve
dayanismada örnek olma gibi hususlarda etkili olan bu teskilat hakkinda bir hayli bilgiye
sahip bulunuyoruz.
Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi bulunan
ahiligin oynadigi rol, küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Gerçekten de Osman Bey'in
faaliyetleri esnasinda Anadolu'da ahilik, büyük bir güç olarak faaliyetlerine devam
ediyordu. Osman Bey, ahi reislerinden olan ve Eskisehir civarinda Itburnu denilen mevkide
tekkesi bulunan Seyh Edebali'nin kizi ile evlenmekle ahilerin nüfuzundan
yararlanabilmistir. Seyh Edebali, o havalinin en itibarli ve sözü dinlenen, kendisine
hürmet edilen bir sahsiyeti idi. Sam taraflarinda tahsilini ikmal etmis, zengin, tekke ve
zaviye sahibi bir kimse idi. Herkese yardim eden bir kimse olmakla birlikte fakir ve
dervis görünümlü olmayi tercih eden bu zatin damadi olmakla Osman Bey, ahilerin
gücünden istifade etmisti. Nitekim Seyh Mahmud Gazi, Ahi Semseddin ve oglu Ahi Hasan ile
sonradan Osmanlilarda kadi, kadiasker ve vezir olan çandarli (Cendereli) Kara Halil de
ahilerden olup bunlarin tamami Osmanli Beyliginin kurulmasinda ve büyümesinde hizmet
etmislerdi.
Gerçekten, bu dönemde Anadolu'nun sosyal bünyesine
hakim olan ulema, dervis, sanatkâr ve kahramanlar kadrosunu bir arada düsünmemiz
gerekir. Mücahede sevkini ve Islâm birligi susuzlugunu en ileri ve yüksek voltaja
ayarlamasini bilen bu iman adamlarinin, Selçuklulara müvazi bir mukadderat çizgisi
üstünde yürüyecek olan Osmanli Beyligi'nin kurulusu hadisesine fiilen katilmis
olmalari, devletin ve Islâm ümmetinin bir talihi olmustur. Öyle ki bir tarafta olgun,
sözü dinlenir ve seviyeli bir seriat ulemasi ile beraber yürüyen, Sünnî ve muhtesem
bir tasavvuf anlayisinin dogurdugu teskilât; öbür tarafta Âsik Pasazâde'nin,
Gaziyan-i Rûm, Abdalan-i Rûm, Ahiyan-i Rûm, Bâciyan-i Rûm dedigi organize ve
hamasîdinî teskilât. Biraz önce de belirtildigi gibi gerek Osman Bey, gerekse onu
takib eden ilk hükümdar ve sehzâdeler ile idare ve devlet adamlari, tasavvuf
müessesesinin veya yine bu teskilatin müsterek esaslarina sahip ahiligin gaye, terbiye
ve disiplinine göre yetismis, cesur, dinamik, mert ve iç âlemleri kontrollü
kimselerdi. Bu sebeple yeni devlet, muhtesem oldugu kadar âdil ve müsavatçi bir idare
tezgahina, renk, sekil ve ahenk yetistiren bir iç ve dis kuvvetler dengesini dünyaya
hediye etmeye hazirlaniyordu.
Hem akil hem de imanla desteklenen yeni devlet, adeta
tabiatin himayesine kabul edilerek daha ilk yillarda mücahid ve yekpare çehresini
kazanmisti. Su da var ki, Osman Bey'in etrafini çevreleyen ilim ve hikmet kadrosu, yalniz
yasadiklari devrin irfan, iman, ahlâk, idare ve hukuk haritasini çizmiyorlardi. Onlarin
hizmet ve hedefleri, bir hanedan veya bir zümre ile belirli bir zamana has degildi. Bir
medeniyet ve ideolojiyi devirler ölçüsünde gerçeklestirmek için genç padisahin
sahsinda gelecek han, hakan ve kütlelere yol açip öncülük ediyorlardi.
Böylece yeni devlet, tam bir ahenk ve üslup ile ise
baslamis, müsterek bir tezgahin basinda, istikbalin dokusunu örmeye ve gelecek zamanlara
miras birakmaya hazirlaniyordu.
Görüldügü gibi, devleti, bir yandan mantikî, bir
yandan da manevî temellere oturtan Osmanlilar, merkezî ve idarî otoritenin, politika
ahlâkini kontrol eden bir yardimci kuvvetler halkasi tesis etmekle de icra ve tesriî
organlarini hak ve adalet unsurlarinin murakabesine vermis oldular.
Gerçekten, Avrupa'nin kuvvetten baska bir güç ve
otorite tanimadigi bir dönemde, yeni yeni filizlenip gelisen Osmanli Devleti'nde adalet,
hak ve hukuk prensiplerine göre davranip hareket etmek babadan ogula nesilden nesle
(neslen ba'de neslin) vasiyet ediliyordu. Hoca Saadeddin Efendi (tarihçi, Seyhülislâm),
Osman Gazi'nin, oglu Orhan'a olan vasiyetini su ifadelerle nakleder:
"Dilerim ey sahib-i ikbâl u câh
Etme sen cânib-i zulme nigâh
Adl ile bu âlemi âbad kil
Resm-i cihâd ile beni sâd kil
Râh-i cihâd içre edüp ictihâd
Memleket-i Rum'da kil adl u dâd..."
Görüldügü gibi Osman Gazi, devlet iç teskilâtinda
sakat ve zayif bir taraf birakmamak, bir çatlak ve gedige meydan vermemek için basta
devlet adamlari olmak üzere her ferdin kendi durumuna göre Islâm'in arzuladigi adalet
anlayisi çerçevesinde hareket etmesini istemektedir. Osmanlilarda, nesilden nesile
vasiyet edilerek devam eden bu anlayisin sonucu olarak ortaya çikan uygulamaya bakan
Gibbons, Osmanlilari sevmemekle birlikte su sözleri söylemekten kendini alamaz:
"Yahudilerin toptan öldürüldügü ve engizisyon
mahkemelerinin ölüm saçtigi bir devirde Osmanlilar, idaresi altinda bulunan çesitli
dinlere bagli kimseleri baris ve ahenk içerisinde yasatiyorlardi. Onlarin
müsamahakârligi, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu, isterse lakaydî neticesi
meydana gelmis olsun, su vak'aya itiraz edilemez ki, Osmanlilar, yeni zaman tarihinde
milliyetlerini tesis ederken dinî hürriyet umdesini (prensibini) temel tasi olmak üzere
vaz' etmis ilk millettir. Ardi arkasi kesilmeyen Yahudi ta'zibati (iskence) ve engizisyona
resmen yardim mesuliyeti lekesini tasiyan asirlar esnasinda, Hiristiyan ve Müslümanlar,
Osmanlilarin idaresi altinda ahenk ve baris içinde yasiyorlardi."